Türkiye'nin Erzin kasabasında doğdum. Beş kardeşin en küçüğüyüm. Babam bizi bırakıp gitmişti. Türkiye'de babasız bir çocuk için yaşam çok zordur. Okul çağlarında bile bu yüzden gerçek bir arkadaşım olmadı.
Annem de mutsuz bir kadındı; aynı zamanda da hastaydı, ama günde beş vakit namzını bırakmazdı. Ben ise aradığım sevgiyi insanlarda bulamadığım için Tanrı'ya yöneldim. Onu tanımak istiyordum. Evimizin duvarlarında Kur'an'dan alınma Arapça ayetler asılıydı. Bu ayetlerin karşısına geçer, Tanrı'ya seslenirdim: "Bana güç ver ki, senin isteğin ve sözlerin olan bu ayetleri okuyabileyim". Tanrı'nın gücü her şeye yeterlidir diye çok duymuştum yakınlarımdan; ama böyle bir şey olmadı benim yaşamımda. İşte çocukluk yıllarım. Babasız, arkadaşsız, sevgisiz, oyuncaksız bir yaşam! Bu bunalımlar içinde de okuyamadım.
Ankara'ya taşındık. Maddi durumumuz kötü olduğundan 15 yaşındayken evlendirildim. Ne benim ne de kocamın evlilik ve onun sorunları hakkında bilincimiz vardı. Bu nedenle de evliliğimiz her ikimizin çabasına rağmen başarısızlık örneğiydi. Ben bir türlü kocamı affedemiyordum; çünkü kocam da babam gibi kumar oynuyordu. Bunu benden gizlemek için de yalan söylüyordu.
Ailemiz, arkadaşlarımız diyorlardı ki, bir çocuğunuz olursa mutlu olursunuz. Mutsuzluğumuza bir ad bulmuştuk. Artık bizi mutlu edecek bir oyuncak gözüyle bekliyorduk çocuğumuzu. Camiye yakın bir eve taşındık bu sıralarda. Ben, Allah'ın tüm şartlarını yapıp O'nunla ilişki kurmak istiyordum. Başımı örttüm, siyah çoraplar giydim, tesbih alıp namaz kılmaya başladım.
O kadar özen gösteriyordum ki, bir kere abdest alınacaksa ben iki kere alıyordum. Bir kere el, ağız yıkanacaksa (şarlara göre) ben iki kere yıkardım. Hiç hata yapmak istemiyordum. Tanrı'yı tanımak için oruç tutup, camiye gidip vaaz dinliyordum. Kocama karşı da iyi davranmak, iyi bir eş olmak istiyordum; ama ilişkimiz bir türlü düzelmedi.
ALMANYA'YA
O zamanlar 18 yaşındaydım. Tüm korkularıma rağmen Almanya'ya gelmek zorunda kaldım. Maddi durumum iyi olunca belki mutlu olurum diye düşündüm, buna da epeyce inandım. Berlin kentine geldim, tüm hıncımla çalıştım, Cumartesi, Pazar günleri dahil.
Berlin'de bir akrabamızın yanında kalıyordum. Akrabamız olan bu adamı bir baba gibi seviyor ve ona hürmet ediyordum. Fakat çok geçmeden O adamın kötü niyeti beni hayal kırıklığına uğrattı. Baba aramayı bıraktım. O evde de artık kalamazdım. Bu sırada kocamla binbirinci kez bir araya geldik. O da Berlin'e gelmişti. Durumumuzda değişen bir şey yoktu. Sonra annem de geldi. Eviliğimizden 7 yıl sonra Emrah adını verdiğimiz oğlumuz olmuştu. Kocam artık maddi durumunu değil de çocukla kendini sigorta ettirmişti sanki; çünkü benim çocuğumun babasız olmasını istemediğimi biliyordu.
Yaşamım bir cehennemi andırıyordu. Çok sigara içiyordum sıhhatım öyle bozulmuştu ki, yılda iki üç kez hastaneye yatmak zorunda kalıyordum.
Türkiye'de iki daire aldık, biri bana, diğeri kocama; ama herşey boştu. Annemin de bu olanlardan sabrı taştı. Ben çalışırken, hastanedeyken annem hep çocuğa bakıyordu. Fakat evin sürekli gergin havası onun sevgisini bana karşı soğutmuştu. O da beni hep akılsızlıkla, beceriksizlikle suçlamaya başladı. Eğer akıllı, iyi bir kadın olsaydım vs. vs....
Bıkmıştım yaşamdan. Herşeyden nefret ediyordum. Kocamdan, çocuktan, annemden, kendimden bile. En sonunda eşimden ayrılmak için Türkiye'de avukat olan dayımı tuttum. Anlaştığımız gibi paranın yarısını peşin ödedim, geri kalanını da mahkeme bitince ödeyecektim. Sonra avukat dayım durmadan para istemeye, şantaj yapmaya başladı. Annem de boyuna gönder, gönder diyordu. Sen avukattan iyi mi bileceksin? Bu yüzden de annemle aram açıldı; çünkü o, kardeşim haklıdır diyordu.
Hastaydım. Çalışamıyordum. Evde de duramöyordum. Bir yandan da annem, al çocuğunu, ne halin varsa gör, diyordu. (Gerçek değildi bu. Annem şantaj yapıyordu).
BU ALMAN KADININA GÜVENİLİR Mİ?
Bir gün aile sorunlarıyla uğraşan bir Alman kuruluşuna gittim. Durumumu olduğu gibi anlattım. Görevli bayan beni saygıyla dinledi. Ona dedim: "Şu anda kalbimi bir görebilseniz, o nasıl kanıyor!"
O dedi "İnanıyorum, çünkü insanlar Tanrı sevgisinden yoksun ve uzak yaşarlarsa, böyle olur." Fakat ben, annemin inançlı olduğunu günde beş vakit Namazı bırakmadığını, ve benim Allah'la yaptığım anıları ona anlattım. O anda yıllardan beri sakladığım gözyaşlarım beni dinlemiyordu. Görevli bayan bana dediki: "Sen ve senin bu gözyaşların öyle değerlidir ki....." Ben mi? Keşke gerçek olsa söyledikleriniz. Kadının anlattıkları tatlı bir masal gibi geldi bana. Allah'ın beni çok sevmesi ve İsa Mesih'i benim için göndermesi ve çarmıhta benim için ölmesi........ Hiç olabilir mi? Yok, olamaz. Sonra ben Müslümanım......Kendini kurtaramayan adam beni kurtarabilir miydi? Hayır! Bu kadın da öbürleri gibi benden benim zayıflığımdan yaralanıp bana din propagandası, din politikası yapıyor. Çok iyi bir hanım, ama bir daha oraya gitmemeliyim, dedim; dedim ama, sıkıntılar beni ona gitmeye mecbur ediyordu.
Bir gün bu hanım bana Türkçe bir İncil hediye etti İncil'i okudum, pek bir şey anlamadım; Fakat mantıklı buluyordum. Kiliseye davet edildim ve gittim. Bu arada annem gitti. Çocuğu ise bir öksüzler yurduna verdik. Çünkü iki vardiye çalışıyordum. Bitkin bir durumdaydım.
Bu bayan bana: "Benim çok iyi tanıdığım bir tatil köyü var, oraya git, iki hafta kal" dedi. Bu öneriye sonunda razı oldum. Ondan önce inanlı Türklerle tanıştırıldım. Onlarla şöyle dua ettik: "Ey Rab, Sen eğer İsa Mesih'te gerçeksen, bana kendini açıkla, bana yardım et ve bu kafamdaki soruları yanıtla".
Trende giderken hem bunları düşünüyor, hem de İncil'i okuyordum. Birden kalbimi büyük bir sevinç almıştı. Anlıyordum. Baba Tanrı'nın sevgisi huzuru, kutsallığı, yakınlığı doldurmuştu kompartımanı.
Gittiğim yer inanlıların bir pansıyonuydu. Orada olan bir çağrımı dilimle ikrar ederek İsa'yı Kurtarıcım olarak ebediyete kadar kalbime davet ettim. Seviniyordum, çünkü gerçek BABAMI buldum.
Üç gün sonra çok rahatsız oldum. Sanki şeytan benimle konuşuyordu: "Başaramayacaksın, burada bu inanlılar var, fakat Berlin'e gidince seni hep böyle korkutup deli edeceğim." Sonra kendimi pencereden atmamı emrediyordu. Fakat bir inanlı kardeş İsa Mesih adıyla Şeytanı kovdu. Berlin'e gelince şeytanın dediği gibi olmadı, bana hiçbir şey yapamadı o. Çünkü DAHA GÜÇLÜ BİR BABAM VARDI!
İÇ TEMİZLİĞİ
Rab İsayı yüreğime çağırdım ama içim yine öyle karanlıklara dolu, öyle pislik yuvasıydı ki orayı temizlemeliydim. Bunun için de Tanrı'nın ışığına gereksinmem vardı ve Tanrı'ya üzerimde tüm yetkiyi verdim.
Çok sigara içiyordum ve bunun Tanrı'yı üzdüğünü biliyordum. Ona dedim: "Ey Rab, ben kendi gücüm ile bu sigaradan kurtulamıyorum. Bana yardım et, bana sigaraya karşı bir tiksinti ver." Şükrolsun Rab beni bu kölelikten kurtardı.
İkinci olarak kocamı bağışlayamıyordum. Onun sürekli kötülüğünü istiyor ve kendime acıyordum. Böyle anlarda Tanrı'nın bereketini göremiyordum. O zaman da umutsuzluğa düşerdim. Biliyordum ki, kocamı bağışlamalıyım, ama yapamıyorum kendi gücümle. Birgün ağlayarak bir kardeşe dert yandım: "Ben Tanrı'nın yolundan gitmek istiyorum, fakat yapamıyorum. İçimdeki bu acılık kökleri hep kalkıyor ve Tanrı ile olan ilişkimi koparıyor". Birlikte dua ettik, içimdeki bu acılık köklerinin sökülüp gitmesi için. Fakat şeytan beni mahvetmek istiyordu.
BOŞANMA DAVASİ
Kocamı bu boşanma davası hiç ilgilendirmiyordu. Ayrıldık mı, beraber miyiz, yarın ne olacak? Oğlumuzun annesi babası olduğu halde öksüzler yurdundaydı o. Avukat dayım ise son olarak bana yazdığı mektupta, ya paranın tamını gönder diyordu, ya da boşanma işini yapmayacağım; şimdiye dek aldığım parayı da geri vermeyeceğim.
Kocamı Türkiye'ye gönderdim. Dayıma da beni rahatsız ettiği için avukatlığını istemediğimi yazdım. Nefretim çoğaldıkça da Tanrı'nın benden uzaklaştığını görüyordum. Evet, kocamdan ayrılar iki yıl olmuştu: O, başka kadınlara gayrı meşru yaşıyordu; bir kızı bile olmuştu. Ben ise her gün İncil'i okuyup dua ediyordum. "Artık ağlayış ve gözyaşı olmayacak" (Vah 21:4). Ben tam ters durumdaydım. Öyle perişandım ki! Sabah kahvaltı hazırlarken ağlıyordum. Diz çöküp dedim: "Ey Rab, Senin kayranı bekliyorum, hem de bugün, eğer senin için bu gözyaşlarım bir şey ifade etmiyorsa artık yaşamak istemiyorum" kahvaltı edemedim; çok üzgündüm ve hastaydım. Doktora gitmek için çıktım. Tam o anda postacı taahhütlü bir mektup getirdi. Mektubu açtım, bir de ne göreyim: boşanma kağıtlarım! Hem de Almancaya çevrilmiş. Tarihe baktım ki bir yıl önce olmuş. Sonra dayım ölmüş ve yengem Almancaya çevirttirip bana göndermiş. Çok mutlu oldum ve kardeşlerle Rabbi övdük.
ZAMAN, PARA VE DUAMA CEVAP.
Zamanımı da nasıl değerlendirecegimi bilmiyordum. Televizyonun önüne geçer, saatlerce bakardım. Ama artık biliyordum ki, zamanımı Rabbe vermeliyim. Benim için çarmıhta ölerek günahımı kaldıranı yaşamımda yüceltmek istiyordum. Buna nasıl başlamlıydım? ONA ZAMAN AYIRMAKLA ONU TANIMAKLA!
Televizyonun başında geçireceğim saatleri Tanrı'yı tanımak için ayırabilirdim. Bu düşünce ben çok mutlu etti. Hemen uygulamaya başladım. Televizyonu da hemen çöpe.
Her şeyimi Tanrı'ya verdim, ama paramı da Tanrı'ya vermeliydim. Bu bana çok zor geliyordu; onun esiriydim. Karar vermem gerekti. Kimse beni zorlamıyordu, fakat vicdanım zorluyordu. Rabbin önüne gelip dua ettim beni bu bağlardan kurtarsın diye. Rabbi her şeyde yüceltmek gerekti; çünkü O buna yaraşıktır.
Oğlum Emrah hasta ve mutsuz bir çocuktu sık sık soluk borusu tıkanır, hastaneye yatardı. Bir gece çok hasta oldu. 40 derece ateşi vardı ve nefes alamıyordu. Doktoru çağırmam için en yakın bir kulübeye gitmem gerekti. Evde telefon yoktu, paranın esiriydim çünkü. Fakat Emrah 4 yaşında, gece böyle yalnız kalamazdı. Ağılyordu durmadan. Ne yapmalıydım? Çocuk ölüm derecesine geldi, nefes alamıyordu. Rabbin bir sözü aklıma geldi; "SIKINTI GÜNÜNDE BENİ ÇAĞIR, SANA YANIT VERECEĞİM" (Mezmurlar 50:15 ve 86:7/Nahum 1:7).
Diz çöküp dedim "Ey Rabbim, senin sözün üzerine sana geliyorum. Sen gel, çocuğu iyi et." Evet, çocuğun ateşi düştü yavaş yavaş, nefes alışları düzenleşti ve derin bir uykuya daldı.
BAĞIŞLANMIŞTIM
Bağışlanmıştım ben de bağışlanmalıydım. Oğlumun babasına ve yeni hanımına bir mektup yazarak İsa aracılığıyla tüm günahlarımdan nasıl bağışladığımı bildirdim. Ayrıca daha çok özür dilemek için bu mektubu yazdığımı ve nafaka da istemediğimi söyledim. Çünkü nafaka vermek istemiyordu. İsa kimseyi zorlamadı.
Kayınvalideme de bir mektup yazarak özür diledim. Çünkü büyük bir düşmanlık vardı aramızda. Şimdi, iyidir aramız hamdolsun, mektuplaşıyoruz. Annemden de özür diledim, iş yerimden de; çünkü hiç doğru çalışmazdım.
BİR ALMANLA EVLENMEK Mİ?
Dünyadaki yaşamım beni ve evimi mahvetmişti. Evim, içimin bir aynasıydı sanki. Evimin tüm camları kırık, eski eşyalar, boyasız kapı ve pencereler ve öksüzler yuvasında bir oğlum.
Hafta sonları eve geliyordu oğlum. Tekrar yurda götürdügüm zaman huysuzluk ediyor ve itaatsiz oluyordu. Sanki benden nefret ediyordu. Fakat ben unutmuştum sanki, Rabbin yaşamımda yaptığı bunca mucizeleri, sanki yaşayan bir Rabbim yoktu! Bu problemi kendi gücümle çözmek istiyordum.
İş yerimde bir Almanla evlenmeye karar verdim. Evlenip o kırık dökük evimden kurtulacaktım, çocuğumun da artık öksüzler yuvasında kalmasına gerek kalmayacaktı, çünkü çalışmayacaktım. Fakat içimde hiç huzur yoktu. Son anda Tanrı'ma sığınarak vazgeçtim ve evimi, çocuğumu kurtarıcımın ayakları dibine getirdim ve özür diledim. O'nun huzurundaydım yine.
Evim baştan aşağı yenilendi. Oğlumu yuvadan aldım. Tanrı'ya bir verdim, O bana bin verdi. Bu şeyler için de Tanrı'ya inancı olmayan bir adamla evlenmeme gerek yoktu.
DİŞÇİ PARASI
İş yerinde bir arkadaşla konuşuyordum. Hırsızlığın sadece bir kişinin malını çalmak olmayıp hasta olmadan rapor alarak sigortadan para almanın da hırsızlık olduğunu açıklamaya çalışyordum. O arada içimden bir ses "Hatırlıyor musun 1975 yılında Türkiye'de diş yaptırmış ve 800.-TL'si ödemiştin; fakat doktordan 4 bin liralik makbuz almıştın. Bunun karşılığı olarak 577.-DM Alman hastalık sigortasından almıştım......" O, evet Rab!
Bunu kabul etmek yeterli değildi, hatamı düzeltmeliydim. Gerçek yüzümü göstermeli, maskemi çıkarmalıydım.
Her türlü günahtan nefret etmek istiyordum.
Bunu nasıl yapmalıydım? Bazı arkadaşlara söyledim ki, hastalık sigortasına gidip hırsızlığımı anlatacağım. Hemen atıldılar: "Sakın ha, seni hapse atarlar. Mademki bu parayı vermek istiyorsun, fakirlere ver, sevap kazan." Fakat ben kime vermem gerektiğini biliyordum. Ayrıca Rabbin bunda yüceltilmesini istiyordum-- bir insan tüm dünyayı kazanıp da kendi canını yitirirse ne yarar sağlamış olur?
Hastalık sigortasına gittim ve hırsız olduğumu, fakat Mesih İsa'nın beni nasıl kurtardığını, bana nasıl yeni bir yürek verdiğini anlattım. Cezam her neyse ödemeye hazır olduğumu söyledim. Görevli memur bana bakıyordu. Acaba aklımdan zorum mu vardı! Böyle olmadığını anladı ve bana dedi: Biliyor musunuz, siz kendi kendizi kötülüyorsunuz, kendinize aleyhinize şahitlik yapıyorsunuz. Bunun getireceği şeyleri biliyor musunuz? Ben, evet dedim ve 800.-TL.'sini göz önüne alarak 461.60 DM geri ödedim ve çok mutlu oldum.
"Ey Rab, Senin isteğini yapmak, senin yolundan gitmek istiyorum. Bir kadın olarak bana verdiğin ödevi yapmak, yerine getirmek istiyorum. İyi ve sadık olmak, senin isteğine, dileğine yakışan, sana ait, senin kalbine göre birisi olmak istiyorum. Sözlerimle ve hareketlerimle-- her halımle iyi Haberi müjdelemek istiyorum."